Kayıtlar

                                                         SEN BENDEN GİTTİN GİDELİ       Her gün, her sabah sınıf   kapısından içeri  girer girmez   başka biri olur, kendimi unuturdum...Büyülü bir aynadan  farklı  bir boyuta geçerdim...Dışarıdaki  dünyama ait ne kadar yorucu , yıpratıcı iç sıkıntısı varsa  hepsi üzerimden sıyrılır  giderdi,    yeniden yeniden yaşam sevinci ile dolardım...      O  yıl, yeni bir okula tayin edilmiştim ve yeni bir sınıfım olacaktı. Bu da yeni hazırlıklar demekti...Yepyeni bir heyecanla tekrar  işe koyulmuştum. ..Küflü duvarları en güzel renklerle boyatmıştım...Pembe fon perdeler, uçuş uçuş beyaz tüller yaptırmıştım...Kocaman kurdeleler   fon perdelere tutucu  olmuştu. Bin bir güçlükle  kitaplığından mini kütüphanesine , çöp kovasına ,öğretmen masası ve sandalyesinden yazı tahtasına , projeksiyona, bilgisayar ,  fotoğraf makinesi  ve güçlü bir ses düzenine kadar bambaşka bir sınıf yapılanması başarmıştım....Pembe boyasıyla pembe bir dünyaya açılan kapımızı
                                                                  TELEFON      Turuncu ama kırmızıya yakın koyu bir turuncuydu .En sevdiğim ve belki en çok vakit geçirdiğim oyuncağımdı Almanya' dan ,bir yaz tatilinde , halamın benden yedi yaş büyük olan oğlu getirmişti. Abimi deliler gibi çok sevdiğim için , daha önceki hediyesi , içi boncuk köpük dolu olan ve gıcır gıcır ses çıkaran turuncu köpek gibi bu çevirmeli telefonu da çok sevmiştim. Belki de daha fazla...     Seksenli yıllarda bırakın evleri , köyde bile bir tane telefon yoktu. Elektrik ve suyun olmadığı yerde telefon hayal bile değildi, ihtiyaç hiç değildi. Daha sonraki zamanlarda köy muhtarlarının evlerinde bir tane telefon olduğunu, onu da kullanmak için sıraya girildiğini ve saatlerce beklenildiğini hatırlıyorum...Hele yurt dışı görüşmelerinde bu durum daha meşakkatli olurdu, şimdi hatırlayamadığım teknik birkaç aşamadan geçilirdi .Ama benim özgürce kullanabildiğim bir telefonum vardı. İstediğim kişiyi arıyor ve onunla
ZAMAN TÜNELİ 12             ORTA OKUL SERÜVENİ BAŞLIYOR      Yaz sonunda başıma geleceklerden habersiz  mutlu bir tatil geçirdikten sonra çocuk kalbimi çok acıtacak  bir gerçekle yüzleştim  Babamın tayininin çıktığı köyde ortaokul yoktu  ve  beni anneannemle  dedemin yanında bırakıp gideceklerdi .Yani Adana 'da kalacaktım.    Annem , babam ve kız kardeşimin gidişi   hafızama kazınmış , yıllardır orada duruyor. Her hatırlayış aynı ayrılık acısını tazeliyor.. Bir kamyonun kasasını ancak  yarısına kadar doldurmuş ev eşyalarımız ve diğer yarısında en tatlı sarı renkli  arabamız Murat 124...Öylece üçü birlikte bindiler ve gittiler. Geride kalan ben nedenini anlamadığım bu ayrılığı sahne sahne izliyordum...     Arkalarından kamyon ta ki  köşeyi dönüp gözden kayboluncaya kadar  koştum...Koştum ,koştum...Yetişemedim...O kadar çok ağladım ki...Kimse teselli edemiyordu...Anneannem ve dedem ve de mahalle sakinleri kalbimdeki haykırışı dindiremediler.. Hıçkırıklara boğularak ağlıyordum... Bağı
            ZAMAN TÜNELİ  11             İLK  DİPLOMA SONRASI              İlkokulu bitirdiğim yaz babamın tayini Samsun'a çıkmıştı  Adana'ya ve Toroslar'a veda zamanı gelmişti. Bir anlamda çocukluğumun anavatanından ayrılık demekti bu.      Hala, kızıl toprakların arasından patlayan kayalıkların özgünlüğü gözlerimin önüne  tablo gibi seriliyor. Taşların  diplerinden fışkıran mor zambaklar, yabani sümbüller ve uzun yıllar gelinciğin farklı renkleri zannettiğim anemonlar...Kısa çimenleri süsleyen kısa saplı papatyalar.. .Zihnimin duvarlarında asılı duran yüzlerce fotoğrafı kağıda çizmek istercesine  satırlarda dolu dizgin koşuyorum...Ya o turkuaz renkli , yaşamın  mihenk taşı olan , gürültüsü ile içime  korku ve çoşku salan dere ve yamaçları donatan iğne yapraklı çam ağaçları...        Yağmur sonrası toprak kokusu...Baharda gökkuşağı...Nergis çiçeklerim...Kasımpatılar...Ellerimle diktiğim ve suladığım kavak ağaçları ve sulandıkça  çoğalan kadife çiçekleri...Pembe ,beyaz . fu
                                                        ALIŞVERİŞ           Alışverişin en karşılıksız olanı , soluk  alışverişlerimizdir.         Bir öncekinden kurtulmak ve bir sonrakine kavuşmak için farkında olmaksızın alışımız ve verişimiz...Yaşam belirtimiz:          NEFESİMİZ...                      
                                                         SESSİZLİK           Karanlık, sokaklarda yol aldıkça  insanlar bir bir evlerine çekilir...            Akşam saatlerinin koşar adım tüketilmesiyle gecenin koynunda  uykuya misafir olunur...           Ve sen tik taklar gece yarısına yürüdükçe  elinde bir bardak su ile mutfak penceresinden boşluğa   dalarsın...          Sandalyeye oturup başını duvara dayarsın, alnında serinliği hisseder ve  derin bir nefes alırsın...            Karşı yamacın sonundaki çam ağaçları  sokak lambasının ışıklarına  örtünmüş  haliyle gelin çiçeğini hatırlatır sana...               Bir an durup gözlerini kapayarak bardaktaki suyu yudum yudum içersin...İçinde bir yerlere dokuna dokuna akar sakinlik....Derin bir nefes  daha çekip içinde tutarsın...İşte bunun adı :              SESSİZLİK...
   DENEME 4                         DİMAĞIM  DARMADAĞIN      Bilmiyorum ne yazmak istiyorum...Ama gecenin tam da yarısında dimağıma üşüşen darmadağın seslerle kalemim çağırıyordu   beni . Bu fırsatı kaçırmamak için koştum...Parmaklarım nasıl bir arzuyla yakaladıysa   kalemi , sımsıkı sarıp sarmaladılar.... Ona istediklerini yaptırma hevesindeydiler...Birbirlerine tutkuyla kavuşup ahenkle  dans etmeye başladılar...      Kendimi , içimde bir yerlerde çığlık atan harflerin satırlara dökülüşünü hayretler içinde seyrediyorken buldum.      Bazen böyle oluyor , ansızın   , gecenin kıvrandıran  uykusuzluğunda ya da uykunun en baş edemediğim zamanlarında...Yazmak isteyip de zamanı tutamadığım o an gelip alıveriyor beni rüyalarımın içinden...Ateş böcekleri gibi uçuşan kelimelerin rengarenk tablosu içinde bir fırça darbesi oluyorum... Gerçekliğin dayanılmaz uğultuları arasından vakumlanıp zamanın yukarılarına çekiliyorum...Sahile vuran dalgaların  bir piyanistin parmakları gibi sahili okşamasını