ANNEANNEM

     Dedem anneannemi bırakıp dönerken  ''Kızı buralarda rezil etmeyesin'' demiş .Bugün cevabını annem de bilmiyor neden Adana'da değil de Erzurum 'da bir dağ köyünde doğum yapmak ister ki insan...Git değil  mi memleketine ,hayatını niye riske atıyorsun...Kocaman  şehir ,hastanesi var, doktoru var ,ailen orada....

     Kızını görünce ''Ooooo daha senin iki ayın var .''demiş canım anneannem ,o ki tanıdığım en bilge insandı. Gerçekten de iki ay sonra annemin sancıları başlıyor; aylardan ocak ,kar kapıda .Yollar kapalı ,ne araç ne doktor ne de hastane...Bir ebe var  onun da evi  hayli uzakta . Annemin sancıları artınca babam ebeyi alıp gelmek için gidiyor. Henüz yirmi bir  yaşında taze öğretmen, annem  on  sekizinde çiçeği burnunda yeni gelin. İkisi de çocuk denecek yaştalar. 

      Bir göz odalı lojmanda ana kız kalıyorlar baş başa ,ama doğum  sancıları şiddetini arttırıyor .Bebeğin beklemeye niyeti yok  ,doğum başlıyor.. Anneannem çaresiz müdahale etmek zorunda. iş başa düşüyor ,kimseyi beklemeye ne zaman var ne de imkan .. 

      Bebek ellerine doğuyor, ilk nefesini ellerinde alıyor,  bir insan daha dünyaya geliyor bir kız bebek.  Ama sanırım bu henüz kimsenin umurunda değil. Onun gözü evladında  ,  annem çok kan kaybediyor...Durumu kötü , kendini kaybetmek üzere, anneannem kendi  yavrusunun telaşına düşüyor ... Bebeğin  göbek kordonunu kesip atıyor onu alüminyum bir  leğenin içine .. Bebek çığlık çığlığa   ağlarken sanki onu kimse duymuyor . .. Anneannem  de hıçkırıklara boğularak ağlamaya başlıyor ,çaresiz, eli kolu bağlı  kızı ölümle burun buruna  ..Gelmesi gereken eş bir türlü gelmiyor  anneden, bu yüzden kan durmak bilmiyor.  Bebekten ayrılan kordonun ucunu eline geçirdiği bir ayakkabıya bağlayıp  çaresizce bekliyorlar...Komşulardan sesleri duyup gelen kadınlar daha da çok yakıyorlar annemin canını ,eş gelsin diye karnına baskı yapıyorlar...Zaman durmuşçasına çaresizlikleri   büyüyor .Elden gelen yapılacak hiç bir şey yok .Artık  odada ağıt sesleri  bebeğin ıngalarına karışıyor.

      Annemin dayanacak gücünün ve kimsenin ümidinin  kalmadığı anda  kapı çalıyor.  Ebeyle babam   tepeden tırnağa bembeyaz ve soğuktan nefes nefeseler, titriyorlar .Kirpikleri dahi    karla dolmuş  bembeyaz  vaziyette  içeri giriyorlar .  Elleri yüzleri  mosmor olmuş .   Ebe hiç beklemeksizin anneme   müdahale ediyor ,bir iğne vuruyor ve ilacın etkisiyle  hemen  eş düşüyor ,  kanama   anında duruyor ve annem kendinden geçiyor ,belli ki takati kalmamış...Belki de ölümden dönüyor.

    Anneannem kızı  toparlanana kadar yanında kalmış .Gitmeden önce , her kız torununa yaptığı gibi kulaklarını delip ilk küpelerini takmış bebeğe . Hala saklıyorum ortası kırmızı boncuklu çiçek küpelerimi...Arada  kutusundan çıkarıp seviyorum , öpüyorum  ,anneannemin ellerinin dokunduğu o minik çiçekleri...

   Canım anneannem... Yumuşacık elleri vardı ,misler gibi kokardı . O ellerle yaptığı tüm yemeklere ayrı bir lezzet katardı. Soğanı patlıcanı, patatesi sanki okşarcasına soyar ,doğrar ve bir merasimle tencereye koyardı. Adana ' nın dayanılmaz  sıcak zamanlarında salepli dondurma yapar ama yemek öncesi kimselere vermezdi .O sofra kalkacak herkes nizami yerini alacak ve cam bardakların içinde çay kaşıklı dondurmalarımız öyle gelecekti. Sabahları yuvarlak davul fırınından gelen yağlı çemenli ekmek  kokularıyla uyanırdık. Elleri geliyor gözlerimin önüne ,  çıtır çıtır sıcacık dilimleri tek tek paylaştırırdı, O kahvaltılardan  en  çok  çemen kokusunu hatırlıyorum Hele o poğaçaları yok mu; hala bir eşine rastlamadım Kokusu ve tadı zihnimin bir yerlerinde saklı. Nasıl yaptığını soranlara ''İçine tükürdüm .''derdi  kahkahalarla gülerdi. Çok şakacıydı ve şaka kaldırırdı. 

     Çocuklarla çocuk olur oyunlar oynardı. Oyunların arasına öğütler sıkıştırır, neyin nasıl yapılacağını ,eğriyi doğruyu anlatırdı. Bildiği her şeyi öğretmek isterdi. ''Yaptığın banaysa öğrendiğin sana.' 'derdi.

  Hafta sonu banyo ,çamaşır günleriydi. Banyo sobasını yakar , evde kaç torun varsa hepsini tek tek yakalayıp banyoya sokar ,iyice çitiler en son kendisi yıkanır paklanır çıkardı. Yüzümü bile keseler , hallaç pamuğuna çevirirdi  beni. Göz kapaklarım tam kızarıklıktan kurtulacakken yeni bir  banyo günü  daha gelir çatardı.. Çamaşırları sakız gibi ,evi hep tertemiz ,tertipli düzenliydi.

  Mahallenin iğneci teyzesiydi. Gençliğinde hastanede hastabakıcı olarak çalışmış. Evlere iğne vurmaya gider öyle harçlığını kazanırdı. Hiç sevmezdim o enjektör takımını, Acayip değişik bir kokusu vardı. Her seferinde onları kaynatırdı. Ben de az yemedim o iğnelerden...

     ' 'Yavrumun yavrusu. ''diye sarılır bağrına basardı .Göğsüne gömülüp orda kalası gelirdi insanın. Çok gülerdi, güldürürdü. Gezmeyi çok severdi,  yaşı ilerledikçe zorlansa da hiç geri kalmak istemezdi. sonra da ''Yorgunluğun adını gezme koymuşlar.'' derdi. Ama biliyorduk ki içi giderdi.

     Gençliği Karadeniz'de geçmiş bir Giresun kızıydı . At sırtında belinde çift tabancayla fındık bahçelerinde gezermiş. Erkek kardeşlerini bahçe köşelerinde  sıkıştırıp patakladığını duymuştum. Ben bunları  söylenti zannediyordum , meğer  değil gerçekmiş . Kardeşleri Adana' ya iş için geldiklerinde   O da  onlara sahip çıkmak  için yanlarındaymış... Sonra burada dedemle evlenip  kök salmış.



Yorumlar

  1. Çok güzel ellerine sağlık ,bunun gerçekliğini bilerek okumak ayrı bir heyecan verdi bana😍O küpelerden bende de var🥹

    YanıtlaSil
  2. 👍🏻👏🏻👏🏻

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar